kanky
30-04-08, 02:58
Hiçbir zaman uslanmayan kız olarak hayatla inatlaşmasını hep sürdürdü. Bulaşık yıkarken nasıl şarkı söylüyorsa, sahnelerde de öyle şarkı söylemek istedi. Böyle yaptığı için de sürünün kara koyunu olarak kaldı. Ama gelgitlerine rağmen yedi yılda beş albüm çıkardı, sadık dinleyici onu herşeye rağmen terketmedi. Neydi bu kızdaki şeytan tüyü? Evinin yakınındaki taksi şoförü bile onun için ‘‘çatlaktır ama içinde hiç kötülük yoktur’’ diyor. Yıldız Tilbe’yi anlamak için belki de her seferinde hayatını hatırlamak lazım. Onun için bir kaybeden denilebilir mi? O şöyle diyor: ‘‘Kaybeden de benim, kazanan da benim. Bir kayıp varsa benden giden, bunu kazanan da yine benim. Kayıplarım benim kazançlarım. Kaybettiklerim de bende hálá. Ne kaybettiysem, kendi içimde kaybettim. O yüzden kaybım yok.’’ Sizce de kaybı yok mu?
1966 yılının 16 Temmuz’unda İzmir’de Tilbe ailesinin altıncı çocuğu olarak dünyaya geldi Yıldız. Aile içinde ona Yadigar diyorlardı ama o, bu ismini hiçbir zaman sevmedi. Babası Tekel fabrikasında çuval indirip kaldıran mevsimlik işçiydi. Annesi de küçük bir bakkal dükkanı işletiyordu. Ailesi hayatlarının sonuna dek İzmir’de yaşamıştı.
Yıldız, fazla sesi soluğu çıkmayan bir çocuktu. Yakantoplarda canı hep çok yandı. Çünkü yenilenler vargücüyle fırlatıyorlardı topu. Sonraları hayatında kazık yedikçe, ‘‘Artık oynamak istemiyorum. İnsanlar yenilince bozuluyor. Hayatımın içinde oyun oynamak istemiyorum, kendim için yaşamak istiyorum’’ diyecekti.
Dikkatini toplayamadığı için ders çalışmaz, varsa yoksa şarkı söylerdi. Bulaşık, çamaşır yıkarken, tuvalette bile her yerden onun sesi yükselirdi. Okul hayatına noktayı koyduğunda orta ikinci sınıfa gidiyordu. Çalışmak zorundaydı. Dikiş atölyelerinde iplik temizledi, pazarlamacılık, tezgahtarlık yaptı, çocuk baktı. Çocuk baktığı evde karanlık bir odada kalıyordu. Yüklük, bavullar, ayakkabılar her türlü ıvır zıvırın olduğu bir odaydı bu. Gece olup da herkes uyuduğunda, alçak sesle şarkı söylerdi. Nota bilmeyen, eğitimsiz bir şarkıcı olduğunda herkes ona nasıl şarkı yazdığını ve bestelediğini sorduğunda cevabı hep aynıydı: ‘‘Nasıl yaptığımı bilmiyorum, bilsem anlatırım. İçime öyle doğuyor.’’
18 yaşına iki hafta kala, 15 gün önce tanıştığı ve ne iş yaptığını bile bilmediği bir gence kaçtı. Daha doğrusu kendini kaçırttı. Evlendiklerinden bir ay sonra eşi askere gitti. Asker dönüşünde ailelerine Sezen adında bir kız çocuğu da katılmıştı. Yıldız hamileyken Sen Ağlama şarkısını dinlerken, eğer kızı olursa çocukluğundan beri taptığı Sezen Aksu’nun ismini kızına vermeyi kararlaştırmıştı. Evlilikleri altı yıl sürdü.
1990 yılıydı, bir arkadaşıyla Pırlanta Pavyon’un önünden geçerken, ‘‘belki burada şarkı söyleyebilirim’’ diye geçirdi içinden. Birlikte içeri daldılar. Çalışanlardan birinin provası vardı ve sazlar da oradaydı. Yıldız, pavyonun sahibini sordu ve buldu. ‘‘Benim sesim güzel, şarkı söylemek, para kazanmak istiyorum’’ dediğinde, patron onu baştan aşağı süzdü ve ‘‘geç söyle bir şarkı bakalım’’ dedi. Yıldız, sazlarla birlikte şarkısını söyleyip bitirdiğinde, patron ‘‘bir tane daha söyle’’ dedi. Yıldız işe alınmıştı. Hemen terziye, oradan da kuaföre götürüldü. Ertesi gün sahne onundu. Altı şarkı söyledi. Ama altı şarkıyı da mikrofonun önünde kazık gibi durarak söyledi. Titrediğini görmesinler diye, ayaklı mikrofonu kendine siper etmişti.
1991’de Sezen Aksu, Uğur Yücel’le birlikte İzmir’de şov yapıyordu. Yıldız, o sıralar bir gecede altı kulüpte şarkı söylüyordu. O gece Sezen Aksu, Yıldız’ın sahne aldığı yere gidecekti. Gidecekti ama Yıldız orada sahneye çıkmış ve çoktan inmişti bile. Başka yerde şarkısını bitirip, tekrar Aksu’nun geleceği yere gitti. Aksu tuvalete gittiğinde, Yıldız da arkasından: ‘‘Ben sizi çok seviyorum, kızımın adı da Sezen’’ deyip sohbete başladı. Aksu, Yıldız’ın ne iş yaptığını öğrenince, çık bir şarkı söyle dedi. Sahneye çıktığında, Sezen Aksu’nun ‘‘ne kavgam bitti, ne sevdam’’ şarkısını söyledi. Arkasından bir daha, arkasından bir tane daha. Aksu oradan ayrılırken Yıldız’a telefonunu vermiş ve aramasını istemişti.
Sezen Aksu’nun ‘‘İstanbul’a gel’’ telefonundan sonra, Yıldız eşyalarını toplamış ve artık İstanbullu olmuştu. Aksu’nun evinde kalıyor ve Aksu’nun Uğur Yücel’le yaptığı şov süresince de vokalistliğini yapıyordu. Aksu’nun evinde Uzay Heparı isminde genç bir müzisyenle tanışmıştı. Aralarında doğan yakınlaşmadan bir süre sonra Yıldız Tilbe, Aksu’nun evinden taşındı. Zaten daha ne kadar onunla kalabilirdi ki? Aksu’nun şovu bittiği için vokalistliği de bitmişti. Artık tek başınaydı. İstanbul’da farklı gece kulüplerinde üç yıl boyunca çalıştı. Albüm çıkarmak istiyordu ama kimseden ne şarkı sözü, ne de beste alabiliyordu. ‘‘Madem alamıyorum, ben yapayım belki olur’’ dedi ve oldu. Boş kuyuya attığı taştan ses gelmişti. Sözü de bestesi de kendine ait olan Delikanlım şarkısı 1994’te ortalığı kasıp kavurdu. Kara kız, beste ve söz yazarı terminatörü gibi çalışıyordu. Tarkan’a verdiği Kış Güneşi şarkısı da çok tutmuştu. ‘‘O şarkı Tarkan’a çok yakıştı. İyi ki ona kısmet oldu’’ diyordu.
Tilbe’nin istediği şöhret gelmiş ama gelmesiyle diyetini de almaya başlamıştı. Bir yerlerde hata yapıyor ama hatasının ne olduğunun farkına bile varmıyordu. Aşkları da hüsranla bitiyordu. Aşk eşittir acı, acı eşittir erkek ve erkek de eşittir kazık yemek demek oluyordu onun hayatında. Herkesle kavga ediyor, geceleri sızıp kalıyor, hep hadise çıkarıyordu. Yeryüzünde değildi de, başka bir yerdeydi sanki. 1996’da narkotik, evine baskın yaptığında esrarla yakaladı onu. Niye değiştiği anlaşılıyordu! Mahkemeden çıkarken kendisine uzanan mikrofonlara bağıra bağıra ‘‘Delikanlım’’ı söyledi: ‘‘Ne yapayım, yüz tane mikrofon vardı. Hangi birine ne söyleyecektim. Daha albümüm çıkmadan bu çirkefin içindeydim. Duygularım kaşar değildi, beklentilerim değildi, hiçbir şeyim değildi de değildi. Beni yanıma koymadılar, karşıma koydular. Rakip olarak karşıma yine beni çıkardılar. Ben yanımda değil, artık karşımdaydım. İnsanın duygularının formülü yok. Zaafları olabilir. İnsan hissettiği şeyden vazgeçemez ve ambalajlanamaz. Ben sadece şarkı yaptım. Ambalajlanamadım.’’
Uyuşturucu olayından sonra, Yıldız o dönem, eskisi gibi parlayamadı. Kapılar suratına birer birer kapandı, kafayı sıyırmış dendi ve kimse iş vermedi. 1991’de İzmir’de bir pavyonda başladığı şarkıcılık hayatı, 1998’de Eskişehir’de bir pavyonda devam ediyordu artık. Uyuşturucu tedavisi sonuç vermemişti. İkinci tedavi ne kadar faydalı olmuştu? Bu sorunun cevabı her zaman bir soru işareti olarak kaldı.
Herkes Tilbe’den köşe bucak kaçarken İbrahim Tatlıses ona destek olmuş, borçlarını üstlenmişti. Kendi şirketinden de Tilbe’nin kasetini çıkarmıştı. Her ne kadar, Sezen Aksu ile yolları ayrıldı gibi görünüyorsa da Yıldız Tilbe, ‘‘Benim ona olan sevgimden çok eminim. Dünyada onu katıksız seven bir elin üç parmağıysa ben onlardan biriyim’’ derken, Sezen Aksu da ‘‘Onun bendeki kredisi sonsuzdur’’ diyordu.
Gittiği bir davete, bir ayağında kırmızı, diğer ayağında mavi çorabı ve elinde bir de çekirdek paketiyle katıldı. Rüküştü. Bazen basma etekle bile dolaşıyordu. Sahnelerde dahi şatafatlı elbiseler giydiği pek vaki değildi. Oysa ses kadar süs de lazımdı onun dünyasında. Yıldız mızıkçılık ediyor, oyunu kurallara göre oynamıyordu: ‘‘Rüküş bulabilirler ama ben beğeniyorum. Böyle giyinmek hoşuma gidiyor. Ama bazen ikinci, üçüncü bir kişi de oluyorum ve istediğimi yapmıyorum. Haklılardır, güzel giyinmem lazım. Bir daha giymedim zaten mavi ve kırmızı çorap. Hayatım bana endeksli değil. Yaptırımların Yıldızı’yım ben. Öyle olmayınca da mavi çorap, kırmızı çorap olmuyor işte.’’
Yıldız, İstanbul’da sahneye çıktığı bir kulüpte şarkı söylerken birden mikrofonu bırakıp yere oturmuş, uzun bir sessizlikten sonra, öyle acılı bir ses ve insanın içini titreten bir bakışla ‘‘Ben güzel değil miyim?’’ diye sormuştu. Sonraları bu davranışını şöyle açıklıyordu ‘‘Bazen kendimi çirkin hissettiğim zaman sorarım öyle. Olur öyle enfeksiyonlu zamanlarım. Ben çok güzelim, bazen çok çirkinim. Ama çirkinliğimle de güzelim. Ve gözümün gördüğü herşey de güzel.’’
"Delikanlım" albümünden sonra yayınladığı "Dillere Destan" (1995) albümü de iyi eleştiriler aldı ve çok satan bir albüm oldu. Yıldız Tilbe ilerleyen yıllarda sırasıyla "Aşkperest" (1996), "Salla Gitsin Dertleri" (1998), "Gülüm" (2001), "Haberi Olsun" (2002), "Yürü Anca Gidersin" (2003) "Yıldız’dan Türküler" (2004) (2004) yılında "Sevdiğime Hiç Pişman Olmadım" (2005) yılında "papatya baharı" (2006) yılında "Tanıdım Seni" isimli maxi single’ı (2008) yılında "Güzel" albümü ile sevenlerinin karşısında!
Kimlik kartı
1966’da İzmir’de doğdu.
Kız Meslek Lisesi ortaokul bölümü ikinci sınıftan terk.
18 yaşına basmadan Güngör Karahan’la evlendi.
Sezen adında bir kızı var.
1990’da pavyonlarda şarkı söylemeye başladı.
1991’de Sezen Aksu tarafından keşfedildi.
1993’te YILDIZI parladı.
1966 yılının 16 Temmuz’unda İzmir’de Tilbe ailesinin altıncı çocuğu olarak dünyaya geldi Yıldız. Aile içinde ona Yadigar diyorlardı ama o, bu ismini hiçbir zaman sevmedi. Babası Tekel fabrikasında çuval indirip kaldıran mevsimlik işçiydi. Annesi de küçük bir bakkal dükkanı işletiyordu. Ailesi hayatlarının sonuna dek İzmir’de yaşamıştı.
Yıldız, fazla sesi soluğu çıkmayan bir çocuktu. Yakantoplarda canı hep çok yandı. Çünkü yenilenler vargücüyle fırlatıyorlardı topu. Sonraları hayatında kazık yedikçe, ‘‘Artık oynamak istemiyorum. İnsanlar yenilince bozuluyor. Hayatımın içinde oyun oynamak istemiyorum, kendim için yaşamak istiyorum’’ diyecekti.
Dikkatini toplayamadığı için ders çalışmaz, varsa yoksa şarkı söylerdi. Bulaşık, çamaşır yıkarken, tuvalette bile her yerden onun sesi yükselirdi. Okul hayatına noktayı koyduğunda orta ikinci sınıfa gidiyordu. Çalışmak zorundaydı. Dikiş atölyelerinde iplik temizledi, pazarlamacılık, tezgahtarlık yaptı, çocuk baktı. Çocuk baktığı evde karanlık bir odada kalıyordu. Yüklük, bavullar, ayakkabılar her türlü ıvır zıvırın olduğu bir odaydı bu. Gece olup da herkes uyuduğunda, alçak sesle şarkı söylerdi. Nota bilmeyen, eğitimsiz bir şarkıcı olduğunda herkes ona nasıl şarkı yazdığını ve bestelediğini sorduğunda cevabı hep aynıydı: ‘‘Nasıl yaptığımı bilmiyorum, bilsem anlatırım. İçime öyle doğuyor.’’
18 yaşına iki hafta kala, 15 gün önce tanıştığı ve ne iş yaptığını bile bilmediği bir gence kaçtı. Daha doğrusu kendini kaçırttı. Evlendiklerinden bir ay sonra eşi askere gitti. Asker dönüşünde ailelerine Sezen adında bir kız çocuğu da katılmıştı. Yıldız hamileyken Sen Ağlama şarkısını dinlerken, eğer kızı olursa çocukluğundan beri taptığı Sezen Aksu’nun ismini kızına vermeyi kararlaştırmıştı. Evlilikleri altı yıl sürdü.
1990 yılıydı, bir arkadaşıyla Pırlanta Pavyon’un önünden geçerken, ‘‘belki burada şarkı söyleyebilirim’’ diye geçirdi içinden. Birlikte içeri daldılar. Çalışanlardan birinin provası vardı ve sazlar da oradaydı. Yıldız, pavyonun sahibini sordu ve buldu. ‘‘Benim sesim güzel, şarkı söylemek, para kazanmak istiyorum’’ dediğinde, patron onu baştan aşağı süzdü ve ‘‘geç söyle bir şarkı bakalım’’ dedi. Yıldız, sazlarla birlikte şarkısını söyleyip bitirdiğinde, patron ‘‘bir tane daha söyle’’ dedi. Yıldız işe alınmıştı. Hemen terziye, oradan da kuaföre götürüldü. Ertesi gün sahne onundu. Altı şarkı söyledi. Ama altı şarkıyı da mikrofonun önünde kazık gibi durarak söyledi. Titrediğini görmesinler diye, ayaklı mikrofonu kendine siper etmişti.
1991’de Sezen Aksu, Uğur Yücel’le birlikte İzmir’de şov yapıyordu. Yıldız, o sıralar bir gecede altı kulüpte şarkı söylüyordu. O gece Sezen Aksu, Yıldız’ın sahne aldığı yere gidecekti. Gidecekti ama Yıldız orada sahneye çıkmış ve çoktan inmişti bile. Başka yerde şarkısını bitirip, tekrar Aksu’nun geleceği yere gitti. Aksu tuvalete gittiğinde, Yıldız da arkasından: ‘‘Ben sizi çok seviyorum, kızımın adı da Sezen’’ deyip sohbete başladı. Aksu, Yıldız’ın ne iş yaptığını öğrenince, çık bir şarkı söyle dedi. Sahneye çıktığında, Sezen Aksu’nun ‘‘ne kavgam bitti, ne sevdam’’ şarkısını söyledi. Arkasından bir daha, arkasından bir tane daha. Aksu oradan ayrılırken Yıldız’a telefonunu vermiş ve aramasını istemişti.
Sezen Aksu’nun ‘‘İstanbul’a gel’’ telefonundan sonra, Yıldız eşyalarını toplamış ve artık İstanbullu olmuştu. Aksu’nun evinde kalıyor ve Aksu’nun Uğur Yücel’le yaptığı şov süresince de vokalistliğini yapıyordu. Aksu’nun evinde Uzay Heparı isminde genç bir müzisyenle tanışmıştı. Aralarında doğan yakınlaşmadan bir süre sonra Yıldız Tilbe, Aksu’nun evinden taşındı. Zaten daha ne kadar onunla kalabilirdi ki? Aksu’nun şovu bittiği için vokalistliği de bitmişti. Artık tek başınaydı. İstanbul’da farklı gece kulüplerinde üç yıl boyunca çalıştı. Albüm çıkarmak istiyordu ama kimseden ne şarkı sözü, ne de beste alabiliyordu. ‘‘Madem alamıyorum, ben yapayım belki olur’’ dedi ve oldu. Boş kuyuya attığı taştan ses gelmişti. Sözü de bestesi de kendine ait olan Delikanlım şarkısı 1994’te ortalığı kasıp kavurdu. Kara kız, beste ve söz yazarı terminatörü gibi çalışıyordu. Tarkan’a verdiği Kış Güneşi şarkısı da çok tutmuştu. ‘‘O şarkı Tarkan’a çok yakıştı. İyi ki ona kısmet oldu’’ diyordu.
Tilbe’nin istediği şöhret gelmiş ama gelmesiyle diyetini de almaya başlamıştı. Bir yerlerde hata yapıyor ama hatasının ne olduğunun farkına bile varmıyordu. Aşkları da hüsranla bitiyordu. Aşk eşittir acı, acı eşittir erkek ve erkek de eşittir kazık yemek demek oluyordu onun hayatında. Herkesle kavga ediyor, geceleri sızıp kalıyor, hep hadise çıkarıyordu. Yeryüzünde değildi de, başka bir yerdeydi sanki. 1996’da narkotik, evine baskın yaptığında esrarla yakaladı onu. Niye değiştiği anlaşılıyordu! Mahkemeden çıkarken kendisine uzanan mikrofonlara bağıra bağıra ‘‘Delikanlım’’ı söyledi: ‘‘Ne yapayım, yüz tane mikrofon vardı. Hangi birine ne söyleyecektim. Daha albümüm çıkmadan bu çirkefin içindeydim. Duygularım kaşar değildi, beklentilerim değildi, hiçbir şeyim değildi de değildi. Beni yanıma koymadılar, karşıma koydular. Rakip olarak karşıma yine beni çıkardılar. Ben yanımda değil, artık karşımdaydım. İnsanın duygularının formülü yok. Zaafları olabilir. İnsan hissettiği şeyden vazgeçemez ve ambalajlanamaz. Ben sadece şarkı yaptım. Ambalajlanamadım.’’
Uyuşturucu olayından sonra, Yıldız o dönem, eskisi gibi parlayamadı. Kapılar suratına birer birer kapandı, kafayı sıyırmış dendi ve kimse iş vermedi. 1991’de İzmir’de bir pavyonda başladığı şarkıcılık hayatı, 1998’de Eskişehir’de bir pavyonda devam ediyordu artık. Uyuşturucu tedavisi sonuç vermemişti. İkinci tedavi ne kadar faydalı olmuştu? Bu sorunun cevabı her zaman bir soru işareti olarak kaldı.
Herkes Tilbe’den köşe bucak kaçarken İbrahim Tatlıses ona destek olmuş, borçlarını üstlenmişti. Kendi şirketinden de Tilbe’nin kasetini çıkarmıştı. Her ne kadar, Sezen Aksu ile yolları ayrıldı gibi görünüyorsa da Yıldız Tilbe, ‘‘Benim ona olan sevgimden çok eminim. Dünyada onu katıksız seven bir elin üç parmağıysa ben onlardan biriyim’’ derken, Sezen Aksu da ‘‘Onun bendeki kredisi sonsuzdur’’ diyordu.
Gittiği bir davete, bir ayağında kırmızı, diğer ayağında mavi çorabı ve elinde bir de çekirdek paketiyle katıldı. Rüküştü. Bazen basma etekle bile dolaşıyordu. Sahnelerde dahi şatafatlı elbiseler giydiği pek vaki değildi. Oysa ses kadar süs de lazımdı onun dünyasında. Yıldız mızıkçılık ediyor, oyunu kurallara göre oynamıyordu: ‘‘Rüküş bulabilirler ama ben beğeniyorum. Böyle giyinmek hoşuma gidiyor. Ama bazen ikinci, üçüncü bir kişi de oluyorum ve istediğimi yapmıyorum. Haklılardır, güzel giyinmem lazım. Bir daha giymedim zaten mavi ve kırmızı çorap. Hayatım bana endeksli değil. Yaptırımların Yıldızı’yım ben. Öyle olmayınca da mavi çorap, kırmızı çorap olmuyor işte.’’
Yıldız, İstanbul’da sahneye çıktığı bir kulüpte şarkı söylerken birden mikrofonu bırakıp yere oturmuş, uzun bir sessizlikten sonra, öyle acılı bir ses ve insanın içini titreten bir bakışla ‘‘Ben güzel değil miyim?’’ diye sormuştu. Sonraları bu davranışını şöyle açıklıyordu ‘‘Bazen kendimi çirkin hissettiğim zaman sorarım öyle. Olur öyle enfeksiyonlu zamanlarım. Ben çok güzelim, bazen çok çirkinim. Ama çirkinliğimle de güzelim. Ve gözümün gördüğü herşey de güzel.’’
"Delikanlım" albümünden sonra yayınladığı "Dillere Destan" (1995) albümü de iyi eleştiriler aldı ve çok satan bir albüm oldu. Yıldız Tilbe ilerleyen yıllarda sırasıyla "Aşkperest" (1996), "Salla Gitsin Dertleri" (1998), "Gülüm" (2001), "Haberi Olsun" (2002), "Yürü Anca Gidersin" (2003) "Yıldız’dan Türküler" (2004) (2004) yılında "Sevdiğime Hiç Pişman Olmadım" (2005) yılında "papatya baharı" (2006) yılında "Tanıdım Seni" isimli maxi single’ı (2008) yılında "Güzel" albümü ile sevenlerinin karşısında!
Kimlik kartı
1966’da İzmir’de doğdu.
Kız Meslek Lisesi ortaokul bölümü ikinci sınıftan terk.
18 yaşına basmadan Güngör Karahan’la evlendi.
Sezen adında bir kızı var.
1990’da pavyonlarda şarkı söylemeye başladı.
1991’de Sezen Aksu tarafından keşfedildi.
1993’te YILDIZI parladı.