wengin
27-10-06, 11:57
Seyirci, Tarkan'la şarkılar söyledikçe sıkıcı bir yaşam dersinden teneffüse çıkmış çocuklar gibi coşup 2.5 saat için yasaklardan, tabulardan, korkulardan azad oluyor
http://img226.imageshack.us/img226/8821/1lq6.jpg (http://imageshack.us)Aylarca Milliyet ekibiyle Anadolu'yu dolaştığımız TIR, şimdi Türkiye turnesi için Tarkan'ın emrinde. İçinde dert yazıları yazdığımız geniş 'salon'u, lüks döşenmiş bir mabet görünümünde...
Yerlerde rengârenk mumlar yanıyor. Ortadaki sehpanın üzerindeki tütsünün dumanı nazlanarak tütüyor. Çevrede meyveler, giysiler, aynalar, ışıklar...Oturma grubunun karşısındaki prizma televizyondan konseri bekleyen kalabalıklar görünüyor.
TIR'ın dışı ise ışıkçıların, sesçilerin, korumaların, müzisyenlerin, hayranların kaynadığı bir panayır yeri gibi...
Ve Tarkan geliyor
'Beklenen star', bu kalabalığı yararak geliyor.
Üzerinde şile bezi işlemeli gömlek, düşük belli kot, ayağında çiçekli kahverengi beyaz deri çizmeler, kolunda, boynunda nazar boncukları, yüzünde hiç eksilmeyen kocaman bir gülücükle...
Gömleği ilik sevmiyor. Vuslatsız âşıklar gibi iki yaka; taşan göğsü kapatamıyor.
Bizim ekiple tanışırken yedi yıl önce Londra'da fotoğraflarını çekmiş olan (ve yanda gördüğünüz nefis fotoğrafları çeken) foto muhabirimiz Ercan'ı ilk bakışta tanıyıp hal hatır soruyor. Nazan için resimler imzalıyor, çektiriyor.
Sonra istisnasız herkesle ilgileniyor: Çevresini saran her yaştan hayranlarla, ekibiyle, bizimle, izleyicilerle... Muzipçe sahne arkasına geçip konseri dinlemeye gelenleri süzüyor. En ufak bir gerginlik alameti yok. Ellerine başını teslim ettiği kuaförü, jöleyle saçlarına rüzgâr yemiş bir çalılık görüntüsü verirken sohbete koyuluyoruz.
Paris'te 'sürgünde' görüştüğümüzde gözlerinde okuduğum endişe bulutları dağılmış, yerini özgüvenin ışığı almış. Adını borçlu olduğu 'Atilla'nın Kılıcı Tarkan'la yegâne ortak paydası bu olsa gerek:
Delici bakışları...
Vantuz dudaklı erkekler :3:
Son Anadolu turnesinden giriyoruz lafa...'Taassubun başşehri'nde verdiği konseri merak ediyorum en çok...
Ne oldu Konya'da..?
"Bir zaman tünelinde geçmişe yolculuk yaparmışım gibi hissettim kendimi... Evlerin mimarisi, insanlar, sanki bir yerde kalmışlar, günümüze uyum sağlamakta zorlanıyorlar gibi... Sahneye çıktığımda buna başkaldırdıklarını hissediyorum. Sanki 'Tıkanıp kaldım, tut kolumdan çek götür beni' diyor insanlar... İstanbul seyircisinden daha da coşkuluydu Konyalılar ... Konserde başörtüsünü çıkarıp sallayarak dans eden, 'Kır zincirlerini, gel aşka kanalım bu gece' diye haykıran, çıkışta arabanın peşinden ağlaya ağlaya koşan başörtülü kadınlar, vantuz dudaklarını arabaya yapıştıran erkekler gördüm arabanın içinden... şaşırdım. Sanırım maruz kaldıkları yasakların, baskıların isyanıyla geliyorlar konserime... Ve şarkılarım bunun patlamasını yaşatıyor onlara..."
"Ben sizi yerim"
Bu anlattıklarını az sonra Ankara konserinde bizzat gözlüyorum.
Saat dokuzu 10 geçiyor.
Tarkan, sade kostümüyle yine gülücükler saçarak sahneye yürüyor. Bir asansörle platforma taşınıyor ve havai fişekler eşliğinde, bir duman bulutunun içinden fırlıyor sahneye...
Dudu çalıyor.
"Seyirci yıkılıyo!"
"Şimdi azıyoruz," diyor ve erotik bir dansa başlıyor.
Daha önce kimsenin göze alamadığı bir cüretle dans ediyor. Kalçalarını salladıkça pantolonunun püskülleri titreşiyor; tabii bir de hayran kadınların gönül telleri ... Gömleği iliklerinden kurtulup omzundan sıyrıldıkça, göbeği davetkâr figürlerle kıvrıldıkça, ayakları kor ateşte yürür gibi zıpladıkça kadınlar bilinç duvarını aşan çığlıklarla kendinden geçiyor. O, sahneden bu yangını görüp ateşli dilberlerin üstüne benzin döküyor:
"Ben sizi yerim be...! Kendinizi bana bırakın bu gece, görelim bakalım neler oluyor, zincirlerinizi kırmanıza yardımcı olurum umarım."
Kopma ayini
Bir el bombası için pimi neyse mahcup seyirciler için Tarkan o... Çekilince patlatıyor.
Diyemediklerini dillendiren bu adamın flütünün peşine takılıp evi barkı terk ediyor, mahcubiyet zırhını parçalıyor ve 'aşka geliyor'lar.
O andan itibaren bir 'kopma ayini' başlıyor.
Ağır tahrik var ortada... Zeki Müren'den beri sahnelerin gördüğü en büyük kışkırtıcı, seyircisini isyana çağırıyor. Onlar çoktan hazır; bunun için gelmişler zaten bu müzikal terapiye...
Tarkan'la bir ağızdan provokatif şarkılar söyledikçe sıkıcı bir yaşam dersinden teneffüse çıkmış çocuklar gibi coşup 2.5 saat için yasaklardan, tabulardan, korkulardan, hudutlardan azad oluyorlar. Asırlık bir örtüyü aralıyorlar.
Sahnedeki adam, yine Zeki Müren'in icadı bir T-sahneden içlerine kadar sokulup sokağa çağırıyor hepsini... Ama orada vaat ettiği fazla bir şey yok:
Sadece 'içinden gelen sesi dinle'mek...
Bu da başlangıç için hiç fena değil.
"Kim lan bu?"
Acaba Tarkan bu değişimin sebeplerinden biri mi, sonuçlarından biri mi?
"Bunu misyon edinmişim de bilerek yapıyor değilim. Belki de burada doğup büyümediğim için oldu bunlar. Şimdi herkesin peşine düştüğü o değişimle büyüdüm ben. Daha ilk albümde bacağımda yırtık kot, kulağımda küpeyle ortaya çıktım. 'Kim lan bu' dediler. 'Yapamaz, izin vermeyiz' dediler. Yıllarca mücadele ettim, biliyorsun."
Hepimiz biliyoruz. İnsanlar krizlerde büyür ya... Tarkan için özellikle böyle oldu bu...
'Çişim geldi' krizinde, askerlik krizinde, skandal fotoğraflar krizinde hiç alttan alıp taviz vermedi. "Ben buyum, yerseniz," dedi, dikine dikine gitti toplumun ve sonunda o ateşten basamaklara basa basa tırmandı zirveye...
"Hiçbir zaman, 'Ben starım, önder rolüm var, lider gibi davranmalıyım, bunu yapmamalıyım' diye düşünmedim. Kendim gibi davrandım. 'Bana bunu yapmaya hakları yok' diye hissettiğim için öyle davrandım. Onlara yaranmak için yapmadım. Hatta onları kaybetmeyi, beni terk etmelerini göze aldım. Derinimdeki ses hep 'Yürü' dedi. Bunu yapmasam, bir kısmının istediği Tarkan olsam beni yola getirdiklerini düşünür, kendime saygı duymazdım. Bu noktada cesur olmak lazım."
O sahnede söylerken 10 yaşlarında bir bitirim, önde hararetli figürlerle döktürüyor. Son zamanlarda hangi düğüne gitsem ızbandut gövdesiyle onun gibi dans etmeye çalışan erkekler görüyorum.
Meğer o da görmüş; hem de son reklamındaki gibi:
Kollar havaya
"Bodrum'da teknedeydim. Çevrede turistik tekneler var. Çoğunda Dudu çalıyor. Bazı erkekler benim gibi dans ederek kızlara şov yapıyor, bir başkası çıkıyor, 'Dur öyle değil' diyor, başka türlü oynuyor. Ben de izliyorum gizlice... Bilseler komşu yattan onları seyrettiğimi... Ama ne güzel! Bunlar 10 sene önce yoktu. O muhafazakâr tavrımız değişiyor. En azından kollarımız kalktı biraz."
Dirseklerini kaburgalarına yaslayıp parmaklarını şıklatıyor burada...
"Böyle oynardık eskiden... Öyle koltuk altı göstermek filan ayıptı. Göbek atamayız, kahkaha bile atamayız, erkeğe yakışmaz. Maçoyuz ya..."
Oysa şimdi, rakip niyetine karşısına çıkarılan ve 'light erkek'leri ti'ye alanlar bile, onun gibi giyinip dans ediyor.
Kaleydoskop
Tam yalnızlığından ve ruhani bir dünyada kendine kapanışından söz ederken TIR'ın plazma ekranından "Tarkan... Tarkan," çığlıkları yükseliyor.
Şimdi sahne zamanı...
Onunla bir kaleydoskoba dönüşüyor sahne...
Döndükçe renklerini değiştiriyor, bizimkileri de değiştirerek; ve biz değiştikçe onu renkten renge sokuyoruz.
Uzun ince bir yolda kol kola gidiyoruz.
Tarkan mucizesinin arkasında 110 kişilik bir kadro var
'İşte ekibim!'
http://img151.imageshack.us/img151/4086/2om3.jpg (http://imageshack.us)
Belki de Türkiye'nin en örgütlü star sistemi işliyor Tarkan'ın arkasında. Turneye altı TIR dolusu malzemeyle ve koca bir konvoyla çıkıyor. 110 kişilik ekibe 120 kişilik koruma ordusunu da ekleyin, işte size dev bir firma...
Tabii bu ekibin bir çekirdek kadrosu var. Konser öncesi Tarkan'ı bir de onlardan dinledik.
Uygar Ataş (Menajeri)
"Tarkan söz konusu olunca her şey dev boyutlarda oluyor. Bir kente gittiğimizde telaşı bir hafta önceden başlıyor. Kaset basılacağı zaman iki ay fabrikayı kapatıyoruz. İyi bir ekip olduğumuz için üstesinden geliyoruz. Yıllardır birlikteyiz. Ondaki değişimi günbegün fark ediyorum. Tam bir profesyoneldir. Çocuksu bir heyecanı vardır. Hisleriyle hareket eder. En küçük ayrıntılarla ilgilenir. Mesela Bodrum'da konser vereceği mekân uzaktı, ek otobüs seferleri koydurttu. Aksilik, terslik, işbilmezliklere kızar. Ama komplekssizdir".
Mert Topel (Klavyecisi)
"Tarkan'la çalışmaya 10 yıl önce Beyoğlu'nda bir barda başladık. İlk kaseti çıkmıştı, oradan parçalar okuyordu. Bu ilk ve son bar oldu, bir daha hiçbir barda çalmadık. O zaman 21 yaşındaydı ama şarkı söyleyişi olağanüstüydü. Bugün bir virtüöz. Kendini nasıl yetiştirdiğinin tanığıyım. İşine aşıktır, çok titizdir. Kendini çok ağır eleştirir. Kusursuz olmak için yapmayacağı yoktur. İlk kasedinde bir yerde detone olduğu için hayıflandığını hatırlıyorum; bir daha da asla olmadı."
Süheyl Atay (Avukatı)
"İlk albümünden sonra çalışmaya başladık. 10 yıldır sadece avukatı değil, aynı zamanda yoldaşıyım. Kritik kararlarda görüşümüzü alır mutlaka... Kişilik haklarına yönelik bir saldırı ya da hakaret olunca mutlaka dava açıyoruz, ama eleştirilerde en acımasızlarında bile asla...Şu ana kadar 20 tazminat davası kazandık. Süren 3-4 davası var."
Arife Gül (Yardımcısı)
"1995'te hayranı olarak görmeye gitmiştim. Birine ihtiyacı varmış. İki gün çalıştım, beni beğendi, benim de hoşuma gitti. Yemeğiyle, ütüsüyle, çamaşırıyla, kostümüyle ben uğraşıyorum. Oğlum gibi oldu artık. Her an yanındayım. Amerika'da bile...Geçen gün Adana'da konser için otelden çıktı, baktım geri geldi, 'Seni öpmeden çıktım' diye... Yemek seçmez hiç. Enginar sever. İçki, sigara içmez. Hayranları bazen iç çamaşırını bile ister ama vermem."
Levent Süleymanağaoğlu (Yakın koruması)
"Ben ve güvenlik şirketim 2.5 yıldır bu işi yapıyoruz. Bizden en büyük isteği, hayranlarına nazik davranmamız... Buna büyük özen gösteriyoruz. Hem onu korumak, hem de ona dokunmaya çalışanlara zarar vermemek, amacımız bu...Hayranları değil, riski kontrol ediyoruz. Direnen olursa kibarca uyarıyoruz."
Yıldırım Özdemir (Kuaförü)
"Dört yıldır birlikteyiz. Saç modellerini yurtdışında sokaklardan, şovlardan çıkarıyorum. Sonra birlikte karar veriyoruz. İlkemiz: Her yıl bir yenilik. Herkes 'Bu yıl nasıl bir saçla gelecek?' diye bekliyor. Saçı, çok şanslı olduğu bir organı: uzuyor, kıvrılıyor, kolay şekil alıyor. Dünyanın en keyifli işi bu: düşünsenize, eseriniz, dünya çapında bir starın başında duruyor. Seyircilerin, ona yaptığım saçtan yaptırdığını görüyorum. Diğer şöhretler gelip aynı saçtan isteyince çok gülüyorum."
İlhan Alpay (Doktoru)
"Tek sağlık sorunu dizi. Ameliyatlı olduğu için konser öncesi buz tedavisi uyguluyoruz. Sesinin sağlığı için de antiseptik gargaralarla pastiller kullanıyoruz. Konserdeki sıvı kaybını dengelemek için bol sıvı almasına dikkat ediyoruz. Perhiz yapmıyor, ama yiyeceğine çok dikkat ediyor. Bir sporcu gibi, düzenli fitness yapıyor. ABD'de düzenli check-up'tan geçiyor."
Kıvanç Baruönü (Görsel yönetmeni)
"Turne öncesi sahne düzenini konuşuruz beraber. Hem görkemli, hem turnede uygulanabilir pratiklikte çözümler üretiriz. Plazmalar, videowall'lar kullanıyoruz mesela... Unutmamalı şarkısında bir klip yayımlıyoruz; Tarkan'ın çocukluk görüntüleri ve düğün salonlarında söylediği eski günlerinden görüntüler var. Bu konuda hiç kompleksi yoktur, tersine klibe koymamızı özellikle kendisi istedi."
Kenan Kır (Mali müşaviri)
"Çok profesyonel bir sanatçı. Tam bir sektör. Konser için gittiği yerlerde piyasayı canlandırıyor. Her işi gibi mali konularla da titizlikle ilgilenir. Konserlerde benim de olmamı istiyor. Maliyeciler denetime geldiğinde onlarla muhatap oluyorum. Kendisine ayrıntı değil, sonuç götürüyoruz."
Sevtap Küçükkaralar (Basın danışmanı)
"Yedi yıldır birlikte çalışıyoruz. Zor ama çok keyifli bir iş. Basınla sıcak bir ilişkimiz var. Ben her gün basında çıkan haberlerle ilgili bilgi veririm, ama kimin ne dediğinden çok etkilenmez. Bunun işini engellemesine izin vermez."
"Savaşa hayır" derken de kullanılıyoruz
Askere gitmeyip yurtdışına çıktığı günlerde savaş ve silahlar aleyhine esip gürlüyordu Tarkan... Lakin savaşın alevi ülkesinin sınırlarına dayandığında sustu. Bu sessizlik, onun Amerika'daki ilişkilerine bağlandı; yadırgandı. Ama o, sessizliğini bambaşka bir nedenle açıkladı:
"Yine söyledim savaşlara inanmadığımı, kınadığımı da söyledim, ama bir yandan hepimiz de biliyoruz işin altında ülkelerin birbirleriyle olan çıkar ilişkilerinin yattığını... Politika alanım değil. Ama elbette kayıtsız kalmak da mümkün değil. New York'ta terör paranoyasını yaşadım ben. Her taksiye, metroya bindiğimde bunu hissettim. Evet bazı sanatçılar savaşa karşı sesini yükseltiyor, ama ben bunun etkili olduğunu düşünmüyorum. Üstelik kullanıldığımızı düşünüyorum. Sanatçının böyle bir misyonu vardır, ama şu da bir gerçek ki, biz savaşı durduramayız. Bir sanatçı olarak kalkıp 'Bu yanlış, yapmayın' desek ne olacak ki? Hükümetler 'Aaaa bak Bono ne diyor, Bruce ne çalıyor' diye savaştan vaz mı geçecekler?
Hükümetler değilse de hayranların etkilenebilirdi.
Hayranlarım zaten onu bir şarkıyla anlamıyor mu yani... Beni biliyor, tanıyor. Bilir savaşa karşı durduğumu. Ama elimde bayrakla çıkıp 'Haydi savaşa karşı çıkalım' diyemem. Çünkü ben ne yapsam, biliyorum ki bu dünyanın yazgısında, karmasında olan bir şey. Dünyanın bir programı var. Onu durdurmak imkânsız. Yaşanması gereken yaşanacak; ki daha da vahim, meçhul bir yöne doğru gidiyoruz gibi geliyor bana...
Kendi açından da yazgının bir programla çizildiğini, yapacak bir şey olmadığını söylüyor musun?
Benim seçimlerim o programın yollarını değiştirebilir gibi geliyor. Benim irademe bağlı bu. Hayata karşı korkaksam gerilerim, mutsuz bir hayat yaşarım, değişmeyi göze alabilirsem başarırım. O yüzden kendimi olabildiğince dünyevi olumsuzluklardan, savaştan uzak tutmaya çalışıyorum. Yalnızlığımdan, kendime kaçmaktan mutluluk duymaya başladım."
Yayın Tarihi : 18.09.2003
Kaynak:www.candundar.com
bravo
http://img226.imageshack.us/img226/8821/1lq6.jpg (http://imageshack.us)Aylarca Milliyet ekibiyle Anadolu'yu dolaştığımız TIR, şimdi Türkiye turnesi için Tarkan'ın emrinde. İçinde dert yazıları yazdığımız geniş 'salon'u, lüks döşenmiş bir mabet görünümünde...
Yerlerde rengârenk mumlar yanıyor. Ortadaki sehpanın üzerindeki tütsünün dumanı nazlanarak tütüyor. Çevrede meyveler, giysiler, aynalar, ışıklar...Oturma grubunun karşısındaki prizma televizyondan konseri bekleyen kalabalıklar görünüyor.
TIR'ın dışı ise ışıkçıların, sesçilerin, korumaların, müzisyenlerin, hayranların kaynadığı bir panayır yeri gibi...
Ve Tarkan geliyor
'Beklenen star', bu kalabalığı yararak geliyor.
Üzerinde şile bezi işlemeli gömlek, düşük belli kot, ayağında çiçekli kahverengi beyaz deri çizmeler, kolunda, boynunda nazar boncukları, yüzünde hiç eksilmeyen kocaman bir gülücükle...
Gömleği ilik sevmiyor. Vuslatsız âşıklar gibi iki yaka; taşan göğsü kapatamıyor.
Bizim ekiple tanışırken yedi yıl önce Londra'da fotoğraflarını çekmiş olan (ve yanda gördüğünüz nefis fotoğrafları çeken) foto muhabirimiz Ercan'ı ilk bakışta tanıyıp hal hatır soruyor. Nazan için resimler imzalıyor, çektiriyor.
Sonra istisnasız herkesle ilgileniyor: Çevresini saran her yaştan hayranlarla, ekibiyle, bizimle, izleyicilerle... Muzipçe sahne arkasına geçip konseri dinlemeye gelenleri süzüyor. En ufak bir gerginlik alameti yok. Ellerine başını teslim ettiği kuaförü, jöleyle saçlarına rüzgâr yemiş bir çalılık görüntüsü verirken sohbete koyuluyoruz.
Paris'te 'sürgünde' görüştüğümüzde gözlerinde okuduğum endişe bulutları dağılmış, yerini özgüvenin ışığı almış. Adını borçlu olduğu 'Atilla'nın Kılıcı Tarkan'la yegâne ortak paydası bu olsa gerek:
Delici bakışları...
Vantuz dudaklı erkekler :3:
Son Anadolu turnesinden giriyoruz lafa...'Taassubun başşehri'nde verdiği konseri merak ediyorum en çok...
Ne oldu Konya'da..?
"Bir zaman tünelinde geçmişe yolculuk yaparmışım gibi hissettim kendimi... Evlerin mimarisi, insanlar, sanki bir yerde kalmışlar, günümüze uyum sağlamakta zorlanıyorlar gibi... Sahneye çıktığımda buna başkaldırdıklarını hissediyorum. Sanki 'Tıkanıp kaldım, tut kolumdan çek götür beni' diyor insanlar... İstanbul seyircisinden daha da coşkuluydu Konyalılar ... Konserde başörtüsünü çıkarıp sallayarak dans eden, 'Kır zincirlerini, gel aşka kanalım bu gece' diye haykıran, çıkışta arabanın peşinden ağlaya ağlaya koşan başörtülü kadınlar, vantuz dudaklarını arabaya yapıştıran erkekler gördüm arabanın içinden... şaşırdım. Sanırım maruz kaldıkları yasakların, baskıların isyanıyla geliyorlar konserime... Ve şarkılarım bunun patlamasını yaşatıyor onlara..."
"Ben sizi yerim"
Bu anlattıklarını az sonra Ankara konserinde bizzat gözlüyorum.
Saat dokuzu 10 geçiyor.
Tarkan, sade kostümüyle yine gülücükler saçarak sahneye yürüyor. Bir asansörle platforma taşınıyor ve havai fişekler eşliğinde, bir duman bulutunun içinden fırlıyor sahneye...
Dudu çalıyor.
"Seyirci yıkılıyo!"
"Şimdi azıyoruz," diyor ve erotik bir dansa başlıyor.
Daha önce kimsenin göze alamadığı bir cüretle dans ediyor. Kalçalarını salladıkça pantolonunun püskülleri titreşiyor; tabii bir de hayran kadınların gönül telleri ... Gömleği iliklerinden kurtulup omzundan sıyrıldıkça, göbeği davetkâr figürlerle kıvrıldıkça, ayakları kor ateşte yürür gibi zıpladıkça kadınlar bilinç duvarını aşan çığlıklarla kendinden geçiyor. O, sahneden bu yangını görüp ateşli dilberlerin üstüne benzin döküyor:
"Ben sizi yerim be...! Kendinizi bana bırakın bu gece, görelim bakalım neler oluyor, zincirlerinizi kırmanıza yardımcı olurum umarım."
Kopma ayini
Bir el bombası için pimi neyse mahcup seyirciler için Tarkan o... Çekilince patlatıyor.
Diyemediklerini dillendiren bu adamın flütünün peşine takılıp evi barkı terk ediyor, mahcubiyet zırhını parçalıyor ve 'aşka geliyor'lar.
O andan itibaren bir 'kopma ayini' başlıyor.
Ağır tahrik var ortada... Zeki Müren'den beri sahnelerin gördüğü en büyük kışkırtıcı, seyircisini isyana çağırıyor. Onlar çoktan hazır; bunun için gelmişler zaten bu müzikal terapiye...
Tarkan'la bir ağızdan provokatif şarkılar söyledikçe sıkıcı bir yaşam dersinden teneffüse çıkmış çocuklar gibi coşup 2.5 saat için yasaklardan, tabulardan, korkulardan, hudutlardan azad oluyorlar. Asırlık bir örtüyü aralıyorlar.
Sahnedeki adam, yine Zeki Müren'in icadı bir T-sahneden içlerine kadar sokulup sokağa çağırıyor hepsini... Ama orada vaat ettiği fazla bir şey yok:
Sadece 'içinden gelen sesi dinle'mek...
Bu da başlangıç için hiç fena değil.
"Kim lan bu?"
Acaba Tarkan bu değişimin sebeplerinden biri mi, sonuçlarından biri mi?
"Bunu misyon edinmişim de bilerek yapıyor değilim. Belki de burada doğup büyümediğim için oldu bunlar. Şimdi herkesin peşine düştüğü o değişimle büyüdüm ben. Daha ilk albümde bacağımda yırtık kot, kulağımda küpeyle ortaya çıktım. 'Kim lan bu' dediler. 'Yapamaz, izin vermeyiz' dediler. Yıllarca mücadele ettim, biliyorsun."
Hepimiz biliyoruz. İnsanlar krizlerde büyür ya... Tarkan için özellikle böyle oldu bu...
'Çişim geldi' krizinde, askerlik krizinde, skandal fotoğraflar krizinde hiç alttan alıp taviz vermedi. "Ben buyum, yerseniz," dedi, dikine dikine gitti toplumun ve sonunda o ateşten basamaklara basa basa tırmandı zirveye...
"Hiçbir zaman, 'Ben starım, önder rolüm var, lider gibi davranmalıyım, bunu yapmamalıyım' diye düşünmedim. Kendim gibi davrandım. 'Bana bunu yapmaya hakları yok' diye hissettiğim için öyle davrandım. Onlara yaranmak için yapmadım. Hatta onları kaybetmeyi, beni terk etmelerini göze aldım. Derinimdeki ses hep 'Yürü' dedi. Bunu yapmasam, bir kısmının istediği Tarkan olsam beni yola getirdiklerini düşünür, kendime saygı duymazdım. Bu noktada cesur olmak lazım."
O sahnede söylerken 10 yaşlarında bir bitirim, önde hararetli figürlerle döktürüyor. Son zamanlarda hangi düğüne gitsem ızbandut gövdesiyle onun gibi dans etmeye çalışan erkekler görüyorum.
Meğer o da görmüş; hem de son reklamındaki gibi:
Kollar havaya
"Bodrum'da teknedeydim. Çevrede turistik tekneler var. Çoğunda Dudu çalıyor. Bazı erkekler benim gibi dans ederek kızlara şov yapıyor, bir başkası çıkıyor, 'Dur öyle değil' diyor, başka türlü oynuyor. Ben de izliyorum gizlice... Bilseler komşu yattan onları seyrettiğimi... Ama ne güzel! Bunlar 10 sene önce yoktu. O muhafazakâr tavrımız değişiyor. En azından kollarımız kalktı biraz."
Dirseklerini kaburgalarına yaslayıp parmaklarını şıklatıyor burada...
"Böyle oynardık eskiden... Öyle koltuk altı göstermek filan ayıptı. Göbek atamayız, kahkaha bile atamayız, erkeğe yakışmaz. Maçoyuz ya..."
Oysa şimdi, rakip niyetine karşısına çıkarılan ve 'light erkek'leri ti'ye alanlar bile, onun gibi giyinip dans ediyor.
Kaleydoskop
Tam yalnızlığından ve ruhani bir dünyada kendine kapanışından söz ederken TIR'ın plazma ekranından "Tarkan... Tarkan," çığlıkları yükseliyor.
Şimdi sahne zamanı...
Onunla bir kaleydoskoba dönüşüyor sahne...
Döndükçe renklerini değiştiriyor, bizimkileri de değiştirerek; ve biz değiştikçe onu renkten renge sokuyoruz.
Uzun ince bir yolda kol kola gidiyoruz.
Tarkan mucizesinin arkasında 110 kişilik bir kadro var
'İşte ekibim!'
http://img151.imageshack.us/img151/4086/2om3.jpg (http://imageshack.us)
Belki de Türkiye'nin en örgütlü star sistemi işliyor Tarkan'ın arkasında. Turneye altı TIR dolusu malzemeyle ve koca bir konvoyla çıkıyor. 110 kişilik ekibe 120 kişilik koruma ordusunu da ekleyin, işte size dev bir firma...
Tabii bu ekibin bir çekirdek kadrosu var. Konser öncesi Tarkan'ı bir de onlardan dinledik.
Uygar Ataş (Menajeri)
"Tarkan söz konusu olunca her şey dev boyutlarda oluyor. Bir kente gittiğimizde telaşı bir hafta önceden başlıyor. Kaset basılacağı zaman iki ay fabrikayı kapatıyoruz. İyi bir ekip olduğumuz için üstesinden geliyoruz. Yıllardır birlikteyiz. Ondaki değişimi günbegün fark ediyorum. Tam bir profesyoneldir. Çocuksu bir heyecanı vardır. Hisleriyle hareket eder. En küçük ayrıntılarla ilgilenir. Mesela Bodrum'da konser vereceği mekân uzaktı, ek otobüs seferleri koydurttu. Aksilik, terslik, işbilmezliklere kızar. Ama komplekssizdir".
Mert Topel (Klavyecisi)
"Tarkan'la çalışmaya 10 yıl önce Beyoğlu'nda bir barda başladık. İlk kaseti çıkmıştı, oradan parçalar okuyordu. Bu ilk ve son bar oldu, bir daha hiçbir barda çalmadık. O zaman 21 yaşındaydı ama şarkı söyleyişi olağanüstüydü. Bugün bir virtüöz. Kendini nasıl yetiştirdiğinin tanığıyım. İşine aşıktır, çok titizdir. Kendini çok ağır eleştirir. Kusursuz olmak için yapmayacağı yoktur. İlk kasedinde bir yerde detone olduğu için hayıflandığını hatırlıyorum; bir daha da asla olmadı."
Süheyl Atay (Avukatı)
"İlk albümünden sonra çalışmaya başladık. 10 yıldır sadece avukatı değil, aynı zamanda yoldaşıyım. Kritik kararlarda görüşümüzü alır mutlaka... Kişilik haklarına yönelik bir saldırı ya da hakaret olunca mutlaka dava açıyoruz, ama eleştirilerde en acımasızlarında bile asla...Şu ana kadar 20 tazminat davası kazandık. Süren 3-4 davası var."
Arife Gül (Yardımcısı)
"1995'te hayranı olarak görmeye gitmiştim. Birine ihtiyacı varmış. İki gün çalıştım, beni beğendi, benim de hoşuma gitti. Yemeğiyle, ütüsüyle, çamaşırıyla, kostümüyle ben uğraşıyorum. Oğlum gibi oldu artık. Her an yanındayım. Amerika'da bile...Geçen gün Adana'da konser için otelden çıktı, baktım geri geldi, 'Seni öpmeden çıktım' diye... Yemek seçmez hiç. Enginar sever. İçki, sigara içmez. Hayranları bazen iç çamaşırını bile ister ama vermem."
Levent Süleymanağaoğlu (Yakın koruması)
"Ben ve güvenlik şirketim 2.5 yıldır bu işi yapıyoruz. Bizden en büyük isteği, hayranlarına nazik davranmamız... Buna büyük özen gösteriyoruz. Hem onu korumak, hem de ona dokunmaya çalışanlara zarar vermemek, amacımız bu...Hayranları değil, riski kontrol ediyoruz. Direnen olursa kibarca uyarıyoruz."
Yıldırım Özdemir (Kuaförü)
"Dört yıldır birlikteyiz. Saç modellerini yurtdışında sokaklardan, şovlardan çıkarıyorum. Sonra birlikte karar veriyoruz. İlkemiz: Her yıl bir yenilik. Herkes 'Bu yıl nasıl bir saçla gelecek?' diye bekliyor. Saçı, çok şanslı olduğu bir organı: uzuyor, kıvrılıyor, kolay şekil alıyor. Dünyanın en keyifli işi bu: düşünsenize, eseriniz, dünya çapında bir starın başında duruyor. Seyircilerin, ona yaptığım saçtan yaptırdığını görüyorum. Diğer şöhretler gelip aynı saçtan isteyince çok gülüyorum."
İlhan Alpay (Doktoru)
"Tek sağlık sorunu dizi. Ameliyatlı olduğu için konser öncesi buz tedavisi uyguluyoruz. Sesinin sağlığı için de antiseptik gargaralarla pastiller kullanıyoruz. Konserdeki sıvı kaybını dengelemek için bol sıvı almasına dikkat ediyoruz. Perhiz yapmıyor, ama yiyeceğine çok dikkat ediyor. Bir sporcu gibi, düzenli fitness yapıyor. ABD'de düzenli check-up'tan geçiyor."
Kıvanç Baruönü (Görsel yönetmeni)
"Turne öncesi sahne düzenini konuşuruz beraber. Hem görkemli, hem turnede uygulanabilir pratiklikte çözümler üretiriz. Plazmalar, videowall'lar kullanıyoruz mesela... Unutmamalı şarkısında bir klip yayımlıyoruz; Tarkan'ın çocukluk görüntüleri ve düğün salonlarında söylediği eski günlerinden görüntüler var. Bu konuda hiç kompleksi yoktur, tersine klibe koymamızı özellikle kendisi istedi."
Kenan Kır (Mali müşaviri)
"Çok profesyonel bir sanatçı. Tam bir sektör. Konser için gittiği yerlerde piyasayı canlandırıyor. Her işi gibi mali konularla da titizlikle ilgilenir. Konserlerde benim de olmamı istiyor. Maliyeciler denetime geldiğinde onlarla muhatap oluyorum. Kendisine ayrıntı değil, sonuç götürüyoruz."
Sevtap Küçükkaralar (Basın danışmanı)
"Yedi yıldır birlikte çalışıyoruz. Zor ama çok keyifli bir iş. Basınla sıcak bir ilişkimiz var. Ben her gün basında çıkan haberlerle ilgili bilgi veririm, ama kimin ne dediğinden çok etkilenmez. Bunun işini engellemesine izin vermez."
"Savaşa hayır" derken de kullanılıyoruz
Askere gitmeyip yurtdışına çıktığı günlerde savaş ve silahlar aleyhine esip gürlüyordu Tarkan... Lakin savaşın alevi ülkesinin sınırlarına dayandığında sustu. Bu sessizlik, onun Amerika'daki ilişkilerine bağlandı; yadırgandı. Ama o, sessizliğini bambaşka bir nedenle açıkladı:
"Yine söyledim savaşlara inanmadığımı, kınadığımı da söyledim, ama bir yandan hepimiz de biliyoruz işin altında ülkelerin birbirleriyle olan çıkar ilişkilerinin yattığını... Politika alanım değil. Ama elbette kayıtsız kalmak da mümkün değil. New York'ta terör paranoyasını yaşadım ben. Her taksiye, metroya bindiğimde bunu hissettim. Evet bazı sanatçılar savaşa karşı sesini yükseltiyor, ama ben bunun etkili olduğunu düşünmüyorum. Üstelik kullanıldığımızı düşünüyorum. Sanatçının böyle bir misyonu vardır, ama şu da bir gerçek ki, biz savaşı durduramayız. Bir sanatçı olarak kalkıp 'Bu yanlış, yapmayın' desek ne olacak ki? Hükümetler 'Aaaa bak Bono ne diyor, Bruce ne çalıyor' diye savaştan vaz mı geçecekler?
Hükümetler değilse de hayranların etkilenebilirdi.
Hayranlarım zaten onu bir şarkıyla anlamıyor mu yani... Beni biliyor, tanıyor. Bilir savaşa karşı durduğumu. Ama elimde bayrakla çıkıp 'Haydi savaşa karşı çıkalım' diyemem. Çünkü ben ne yapsam, biliyorum ki bu dünyanın yazgısında, karmasında olan bir şey. Dünyanın bir programı var. Onu durdurmak imkânsız. Yaşanması gereken yaşanacak; ki daha da vahim, meçhul bir yöne doğru gidiyoruz gibi geliyor bana...
Kendi açından da yazgının bir programla çizildiğini, yapacak bir şey olmadığını söylüyor musun?
Benim seçimlerim o programın yollarını değiştirebilir gibi geliyor. Benim irademe bağlı bu. Hayata karşı korkaksam gerilerim, mutsuz bir hayat yaşarım, değişmeyi göze alabilirsem başarırım. O yüzden kendimi olabildiğince dünyevi olumsuzluklardan, savaştan uzak tutmaya çalışıyorum. Yalnızlığımdan, kendime kaçmaktan mutluluk duymaya başladım."
Yayın Tarihi : 18.09.2003
Kaynak:www.candundar.com
bravo