DaLy
10-04-10, 04:53
Taksim Meydanı’nın başında bir kalabalık, ortada ne oluyorsa onu seyrediyor, arada şen alkışlar yükseliyordu. Küçük çocuklarla, yaşlı amcaların ağız açma biçimlerini birbirine benzeten, sirk tribünlerinde yahut okuma bayramına gelmiş veli sıralarında rastlanabilecek sevecen, şaşkın, şekerli bakışlar...
Parmaklarımın ucuna kalkınca Barbi’yi gördüm; gençten bir polis memuru, Tarkan’ın da başını yaktığı söylenen, meşhur köpek Barbi’ye yat, otur, öl gibi komutlar veriyor, Barbi her birini yerine getirdikten sonra trapez çifti gibi birbirlerine sarılıyorlardı. Alkış kıyamet...
Hemen arkadaki dev beyaz çadırda Türk Polis Teşkilatı’nın 165. yılı vesilesiyle bir sergi açılmıştı. Birkaç gün evvel bir kilometre uzunluğundaki Türk bayrağı polis ve halk tarafından İstiklal Caddesi’nden taşınmış; sırf trafik aksamasın diye... Büyük incelik.
Çadırın önündeki ötmeli güvenlik kapısından geçmeye yeltenirken, bir memure nazikçe “Wait!” diyerek beklememi işaret etti. ‘Wait!’ benim dilimdi de o mu beni turist zannetmişti, yoksa ben mi ‘Wait’in geçtiği başka bir ülkenin sınır kapısındaydım, emin değilim.
O bildik fuar modeli, Polis Teşkilatı’nın her birimi için ayrı gözenekler oluşturulmuş. Yabancılar şubesi, asayiş, narkotik... İçeride bir şenlik havası var. Köşede bir delikanlı uzun namlulu silahlara dair sorular soruyor; belli önceden malumatlı. İki nişanlı yunus motosikletlerinde poz veriyor. Ortalığa yayılmış plazmalarda o klip dönüyor; Behlül’le Ceza’yı buluşturan ‘Sevgi değil suç işleyin’e, beyazlarını civciv sarısıyla kapatmış emekli bir öğretmen teyze eşlik ediyor. Sanki dörtlük nizam şiirler yazıyor da ‘Sevgi değil suç işleyin’i o akıl etmedi diye hayıflanmakta.
Çocuklar her yerde... Biri uzaktan kumandalı bomba imha aletinin üstüne binecek boş anı yakalasa, biri mankenlere işaret parmağını dokundurup kaçıyor. Hepsinin elinde masalardan topladıkları broşürler, kalemler, polis eşantiyonları...
Orhan Gencebay’dan Erkin Koray’a bazı kaset ve 45’liklerin yan yana dizildiği Polis Radyosu standından anahtarlık verdiler bana. Trafik Tescil Müdürlüğü’nden, internetten bulunmuş bir kadın polis illüstrasyonuna Türk rütbe ve armalarının fotoşoplandığı bir buzdolabı mıknatısı... ‘Alo Kanka’ hattına gelen çocuk ihbarlarını sorduğumda, ayrıldığı sevgilisini anlatanları sevgiyle anlattı bir memur.
Toplum Destekli Polislik biriminden bir görevli, yönelttiğim “Bu bir tür muhbirlik sistemi mi?” soruma “Muhbirlik demiyoruz farkındalık diyoruz” diye girerek tane tane suç mevhumu üzerine konuşmakla kalmayıp bir de tükenmez kalem hediye etti bana. Sorum onu rahatsız etmesine rağmen sabırla ve gerçekten ikna etmeye çalışarak yaptı bunu.
Hemen karşıdaki olay yeri inceleme biriminin, lazerle merminin geliş yönünü, bir ayak izini, parmak izi alma kimyasallarını sergiledikleri masanın arkasında dev harflerle ‘Her temas bir iz bırakır’ yazıyordu. Bir Emrah Serbes polisiyesi değil, o meşhur Locard teoremi... Mealen, maddi delil her şeydir, insan tanıkların varlığı bile onları yok edemez diyen kriminalinistiğin abecesi...
Şahsi temas bir miktar biber gazıdır, ama şimdi ‘Dur’ deyince durmayanların, gözaltında toz olanların, sağlam girip sakat, canlı girip ölü çıkanların isimlerini mi sıralayalım? Meydanlarda anasından doğduğuna pişman edilen işçileri, öğrencileri, kadınları hiç hatırlamayalım mı? Festus Okey’in daha adı bile yok, Engin Çeber’in davası bu pazartesi...
Peki ya bu temaslar, bunların izi yok mu üzerimizde? O çadıra girerken ne yapayım ben bu izleri, nasıl birlikte fotoğraf çektireyim, bunu da bana sabırla anlatırlar mı?
Parmaklarımın ucuna kalkınca Barbi’yi gördüm; gençten bir polis memuru, Tarkan’ın da başını yaktığı söylenen, meşhur köpek Barbi’ye yat, otur, öl gibi komutlar veriyor, Barbi her birini yerine getirdikten sonra trapez çifti gibi birbirlerine sarılıyorlardı. Alkış kıyamet...
Hemen arkadaki dev beyaz çadırda Türk Polis Teşkilatı’nın 165. yılı vesilesiyle bir sergi açılmıştı. Birkaç gün evvel bir kilometre uzunluğundaki Türk bayrağı polis ve halk tarafından İstiklal Caddesi’nden taşınmış; sırf trafik aksamasın diye... Büyük incelik.
Çadırın önündeki ötmeli güvenlik kapısından geçmeye yeltenirken, bir memure nazikçe “Wait!” diyerek beklememi işaret etti. ‘Wait!’ benim dilimdi de o mu beni turist zannetmişti, yoksa ben mi ‘Wait’in geçtiği başka bir ülkenin sınır kapısındaydım, emin değilim.
O bildik fuar modeli, Polis Teşkilatı’nın her birimi için ayrı gözenekler oluşturulmuş. Yabancılar şubesi, asayiş, narkotik... İçeride bir şenlik havası var. Köşede bir delikanlı uzun namlulu silahlara dair sorular soruyor; belli önceden malumatlı. İki nişanlı yunus motosikletlerinde poz veriyor. Ortalığa yayılmış plazmalarda o klip dönüyor; Behlül’le Ceza’yı buluşturan ‘Sevgi değil suç işleyin’e, beyazlarını civciv sarısıyla kapatmış emekli bir öğretmen teyze eşlik ediyor. Sanki dörtlük nizam şiirler yazıyor da ‘Sevgi değil suç işleyin’i o akıl etmedi diye hayıflanmakta.
Çocuklar her yerde... Biri uzaktan kumandalı bomba imha aletinin üstüne binecek boş anı yakalasa, biri mankenlere işaret parmağını dokundurup kaçıyor. Hepsinin elinde masalardan topladıkları broşürler, kalemler, polis eşantiyonları...
Orhan Gencebay’dan Erkin Koray’a bazı kaset ve 45’liklerin yan yana dizildiği Polis Radyosu standından anahtarlık verdiler bana. Trafik Tescil Müdürlüğü’nden, internetten bulunmuş bir kadın polis illüstrasyonuna Türk rütbe ve armalarının fotoşoplandığı bir buzdolabı mıknatısı... ‘Alo Kanka’ hattına gelen çocuk ihbarlarını sorduğumda, ayrıldığı sevgilisini anlatanları sevgiyle anlattı bir memur.
Toplum Destekli Polislik biriminden bir görevli, yönelttiğim “Bu bir tür muhbirlik sistemi mi?” soruma “Muhbirlik demiyoruz farkındalık diyoruz” diye girerek tane tane suç mevhumu üzerine konuşmakla kalmayıp bir de tükenmez kalem hediye etti bana. Sorum onu rahatsız etmesine rağmen sabırla ve gerçekten ikna etmeye çalışarak yaptı bunu.
Hemen karşıdaki olay yeri inceleme biriminin, lazerle merminin geliş yönünü, bir ayak izini, parmak izi alma kimyasallarını sergiledikleri masanın arkasında dev harflerle ‘Her temas bir iz bırakır’ yazıyordu. Bir Emrah Serbes polisiyesi değil, o meşhur Locard teoremi... Mealen, maddi delil her şeydir, insan tanıkların varlığı bile onları yok edemez diyen kriminalinistiğin abecesi...
Şahsi temas bir miktar biber gazıdır, ama şimdi ‘Dur’ deyince durmayanların, gözaltında toz olanların, sağlam girip sakat, canlı girip ölü çıkanların isimlerini mi sıralayalım? Meydanlarda anasından doğduğuna pişman edilen işçileri, öğrencileri, kadınları hiç hatırlamayalım mı? Festus Okey’in daha adı bile yok, Engin Çeber’in davası bu pazartesi...
Peki ya bu temaslar, bunların izi yok mu üzerimizde? O çadıra girerken ne yapayım ben bu izleri, nasıl birlikte fotoğraf çektireyim, bunu da bana sabırla anlatırlar mı?