ferid
31-05-06, 02:32
Aktüel - Şeffaf Tarkan http://img419.imageshack.us/img419/6574/aktueltemmuz20033xv.jpg (http://imageshack.us)
25 June - 01 July 2003
Yeni fotoğraflar ve imajın sanki “Daha cool ve entelektüel”. Arzu nesnesi olma halinden sıyrıldın mı?
Yeni fotoğraflarda daha bir öze dönüş, kendini arama var. Artık ilgi için paralanmayı içim istemiyor. Başka şekillerde ilgi görmeyi arzu ediyorum. Sadece ne kadar seksi göründüğüm ya da ne kadar güzel göbek attığım önemli değil... Bir değişimin arefesindeyim.
Bu yaz konserlerinde yeni şovlar var mı?
İnsanların yalın bir Tarkan’la karşılaşmasını istiyorum. Salt müzik, duygu, danssa dans, ama çok fazla kargaşa istemiyorum. Biraz daha minimal, mütevazı ve seyircilere daha yakın... Orada rahat etmek istiyorum. Bakma, rahat gibi gözüküyorum, ama bir o kadar denetliyorum kendimi. Şimdi düşünüyorum da, bu yaz konserlerinde bunların hiçbiri umrumda olmayacak gibi. Sahnede olduğum gibi olmak istiyorum.
Arkadaşların arasında nasılsın, neler konuşursun? Hep böyle dikkatli ve özenli misin?
O kadar değil .Sadece konuşurken söyleyeceklerimi düşünürüm. Zaten konuşurken çok derinlere dalıyorum. İnsan ilişkileri ve hayat üstüne konuşmayı seviyorum. ”Ne amacımız var ki bu hayatta” tarzı konuşmalara sinirleniyorum. Ya da “Ben tanıyorum kendimi daha ne tanıyacağım?” diyenlere. Biraz yorucu olabilirim bazen. Ama genel olarak şekerimdir yani... (Gülüyor) Galiba hayatı biraz fazla ciddiye alıyorum! Son zamanlarda almamayı öğreniyorum.
Çok arkadaşın var mı? Yoksa az ve öz mü?
Çok yok, hatta bazen efkârlanmama sebep olan konudur bu. Keşke çocukluğumdan beri, mesela ilkokuldan bu yana bir arkadaşım olsaydı. Almanya’dan sonra geldiğim için hep arkadaşlıklarım parça parça gelişti. Çok insanlar var, ama yine de en iyi arkadaşım “kendim”
Kendi kendine konuşur musun?
Evet, özellikle New York’ta... Sokakta yürürken kendi kendime konuştuğum, güldüğüm olur. Bir keresinde yine böyle konuşurken bir Türke rastladım. Herhalde içinden “Aaa Tarkan kendi kendine konuşuyor, delirdi mi?” demiştir.
“Sorma Kalbim” adlı şarkında,bir bakıma “Karma”nın devamı bir felsefi bir alt metin sözkonusu...
Aslında çocukluğumdan beri farklı düşünen, hisseden biriydim. Sabah kimse uyanmadan kalkar, gezip tozarım. Böcekleri, çiçekleri ve hayvanları keşfe çıkardım. Sonra insan ilişkilerini... Büyüdükçe bunları açıklayan felsefeleri öğrendim, hâlâ da öğreniyorum. Karma ya da başka şeyler. Sonuçta bir oyun oynadığımızı görüyorum. Bence ikibinli yıllar, özümüze dönüş çağı. İnsanın kendini gerçekten bulmaya çalıştığı, hayatı sorguladığı bir dönem başladı.
Kendini ne kadar tanıyorsun? Yüzde 100 mü yoksa keşfetmediğin bazı şeyler hâlâ var mı?
Kimse yüzde 100 kendini tanıyamaz, son nefesimize kadar bu şansımız olmayacak belki de. Düşünsene, kendini hiç tanımadan yaşayıp ölenler var. Psikolojiyle yakından ilgilendiğim için bu konular üzerine epey düşünüyorum. Benim hayatım da son birkaç yıldır hep yüzleşmekle geçiyor; düne ait ne varsa... Onlarla bir barışıyor, bir didişiyorum.
“Hayırlı bir ölümüm olsun”
Sürekli hesaplaşmak çok yıpratıcı ve yorucu değil mi?
Zor, kimi zaman yıkılıyorsun, öfkeleniyorsun. Sorumlu, suçlu arıyorsun. Ama hiçbiri yok. Bir söz var, ” Hepimiz buraya insan adayı olarak geldik” diye. Zor, kendini anlamak. Ayrıca egolarını yeneceksin, her şeye sevgiyle bakacaksın, kimsenin kalbini kırmayacaksın, beklentin olmayacak, hiçbir seyi kişisel algılamayacaksın...
Bu mükemmeliyetçi, insan hata yaparsa insan değil mi? Hele herkese iyi davranmak... Senin konumundaki bir insan için çıldırtıcı bir durum...
(Gülüyor) Yok, çıldırmıyorum! Bazen kendime küsüyorum. “Şöhretin bedeli çok ağır, değer mi?” diyorum. Camdan bakıyorum, insanlar geziyor, tozuyor. ”Kahretsin” diyorum. Bazen onlara imreniyorum. Sonra müziğin ve dinleyicilerimin bendeki yerinin çok özel olduğunu anlıyorum. Yine de kimi zaman her şeyi bırakıp kaçmak aklımdan geçmiyor değil. Bir çiftlik kurayım, orada yaşayayım. I-ıh, onu da yapamıyorum.
Peki nasıl ölüm diliyorsun kendine?
O nasıl soru ya? (Gülüyor) Hayırlı bir ölüm! Aslında son zamanlarda kafamı kurcalayan konulardan biri de ölüm. Belki de bilinçaltım, ”Uzun İnce Bir Yoldayım” türküsünü de bu yüzden seçti. Neticede ölüm, eninde sonunda kaçınılmaz. Huzurumuzu kaçırmaya gerek yok.
Depresyona girdiğin oldu mu?
Tabii ki, mesela bu albümü hazırlarken ne buhranlar, ne karanlıklar hissettim. Hatta albümün teşekkür yazısında bunu da yazmıştım, ama sonra çıkardım. Yanlış anlaşılmasından, duygu sömürmek için değil, paylaşmak için anlatıyorum bunu. Kendime karşı çok acımasızım. Başarılarımın bile tadını çıkaramıyorum.
Dışarıdan söylenenlere çok taktığın için olabilir mi?
Yok, tamamiyle kendi içimdeki suç, ceza, işkence programlarıyla ilgili. Bir çocuğa hep huzursuz öğretilirse, ki birçoğumuz öyleyiz, sonrasında da böyle olur tabii! Bize hep korkuyla yaşamayı öğrettiler.
Tüm bunlardan sıyrılabilecek noktadasın...
Olur mu, bu kez daha çok sorumluluk yükleniyor üstüne. Ne kadar yükselirsen, düşüşün o kadar yüksekten olabilir. Orada durabilmek önemli. Aslında pozitif biriyim, insanları kırmamaya çalışırım. Mütevazı biriyim. Egolarıma yenik düştüğümü de zannetmiyorum .Ama yetinmiyorum. Son zamanlarda bu konuda kendimi anlamaya çalışıyorum. Kendim için yaşamam gerektiğimi farkediyorum. Geçen aylarda üç-dört saat uykularla idare ettim. Bunları niye mi paylaşıyorum? Çünkü artık zamanıdır. Biraz iç dünyamı da bilsinler.
“Ünlü olmasam yine bedelli beklerdim”
Şöyle bir yanın var; ne olursa olsun kendini geri çekme, kem gözlerden sakınma, hiç konuşmama... Başına gelen her olaydan sonra bu tavırı takındın...
İçimdeki ses hep “Sus, boşver! Sadece şarkını söyle, işini iyi yapmaya çalış, başkalarının söylediğine takılma” dedi. Gözükarayım. Gerekirse meydan okurum hayata, herkese. Çocukluğumdan beri bu böyleydi. Gerektiğinde evi terkettim. Buna benzer tutumlarım kariyerim sürecinde oldu.
Mesala askerlik meselesinde Türkiye’ye gelmeyerek gayet cesur davrandın...
Evet öyle olmak lazım...
Peki ünlü olmasaydın ve yine askerlik problemin olsaydı... Gider miydin askere?
Beklerdim, 18 ay gitmezdim askere! Çünkü inanmıyorum savaşa, inanmıyorum! Silah zoruyla başarılara, zaferlere inanmıyorum. Kimse öldürmesin, insanlar barış ve huzur içinde yaşasın, tek temennim bu.
Neler hissetin savaş sırasında?
Her şey bir oyun, herkes işine geleni alıyor, veriyor. Tüm bu süreçte gerçeklerle yüzyüze kaldım. Bir keresinde atlası önüme alıp “Nerede yaşayabilirim” diye düşündüğümü anımsıyorum.
Müzik piyasasına girmenle birlikte ne kadar sana benzeyen yeşil gözlü varsa albüm yaptı. Hoş mu bu durum nahoş mu?
Taklit etmek değil, örnek almak güzel. Zamanında söyledim işte, ”Başkası olma kendin ol” diye...
Her kesimden insanın, ne olursa olsun seni pamuklara sarıp sarmalama durumu var. Pek kıyamıyorlar gibi... ”Beni bu kadar sevmeyin” diyor musun zaman zaman?
(Gülüyor) Yok, demiyorum ama bunun limiti benim elimde. Bence onlar da biliyor bir limitin olduğunu. Çünkü askerlik, çiş ya da fotoğraf meselesinde, yani tüm bu olanlarda olanlara da meydan okudum. Sizinim ama, sınırınızı da aşmayın, benim de bir özel hayatım var diyebilirdim. Belki o yüzden daha çok sevdiler. O sınırı koymayanlar çok yüz göz oluyorlar. Benim de insan olduğum ve hata yapabileceğim unutulmasın yeter...
31 yaşındasın, ilerleyen yaşların için bir kehanette bulunsan?
Daha iyi ve mutlu olacağım, inşallah. Dünyayı gezeceğim. Çocuk da istiyorum. Ayrıca şöhretin dışında kendime bir hayat kurmuş olacağım.
“Farklı bir erkek çocuğuydum”
Tavrın, edaların, kısacası klasik erkek kalıbına girmemenden dolayı sana çok takıldılar. Sanırım çocukluğunda da böyle şeyler yaşamışsın...
Bunu hep yaşadım. Çünkü kendini farklı ifade eden bir erkek çocuğuydum. Bir kere, bizde göbek atmak bile, bildik erkek kalıbının dışındadır. Erkek dedikleri, bıyığını burar, şöyle oynar (Kollarını iki yana açıyor), ama bilmezsin ki aslında içinde kırılgan, hassas bir çocuk vardır! Ben çocukluğumdan beri nasıl hissediyorsam kendimi öyle ifade ettim.
Artık sokakta bir dolu Tarkan kopyası delikanlı görebiliyoruz. Türk erkeği de değişiyor olabilir mi?
10 senelik kariyerimde ilk günden bugüne baktığımda değişen bir erkek tipi görüyorum. Sanırım daha farklı giyinen, kendini daha iyi ifade eden, daha ince davranan bir erkek tipi var. Ama kadın da değişiyor. Onlar da hakkını yedirmiyor. Daha güçlüler.
“Bilge en çok parmaklarımla ayaklarımı seviyor”
Sevgilin Bilge Öztürk’ün en çok nesini seviyorsun?”
Kalbini. Bir de ilk kez bir ilişkide, karşımdakini tanımayı seviyorum. Geçmiş ilişkilerimde yaşanılan belki de ihtiyaçmış, yalnız olmamakmış. Bilge’de tersini hissediyorum. Hayatı hep sorgulayan, arayan biri. Beni ben olduğum için seviyor. Önemli bir farklılık da, önceden müziğimi dinleyen biri olmaması.
Buna üzüldünmü?
Yok, hayır. Bilge rock seviyor. “Kuzu Kuzu” öncesi şarkılarımı bilmiyordu. Bir keresinde evde “İkimiz Yerine”yi mırıldanıyorum. Bana dönüp şöyle dedi “Güzel şarkıymış; kim söylüyor?”. “Pes” dedim; ayıp yani, sevgilinim bir de... Sonra ona tüm albümlerimi yolladım (Gülüyor). Bu olay bende daha çok saygı uyandırdı. Objektif bir bakış açısı var. Kendimi onun hayat arkadaşı gibi hissediyorum. Ayrıca bu ilişkide çok özgürüm, normalde ilişkinin yürümesi için çok taviz verirsin ya... Bir de tanıdığım birçok kadından farklı. Oyunu, kıskançlığı, entrikası yok.
En çok nerene bayılıyor?
Bakışlarım. Ellerimi ve ayaklarımı da çok şeker buluyor. Ama tırnaklarımı yediğim için çok kızıyor bana!
Evlenme lafları dolanıyor ortalıkta...
Evlenmeyi düşünmüyoruz. Basmakalıp kurallarla kendimizi sınırlandırmıyoruz
25 June - 01 July 2003
Yeni fotoğraflar ve imajın sanki “Daha cool ve entelektüel”. Arzu nesnesi olma halinden sıyrıldın mı?
Yeni fotoğraflarda daha bir öze dönüş, kendini arama var. Artık ilgi için paralanmayı içim istemiyor. Başka şekillerde ilgi görmeyi arzu ediyorum. Sadece ne kadar seksi göründüğüm ya da ne kadar güzel göbek attığım önemli değil... Bir değişimin arefesindeyim.
Bu yaz konserlerinde yeni şovlar var mı?
İnsanların yalın bir Tarkan’la karşılaşmasını istiyorum. Salt müzik, duygu, danssa dans, ama çok fazla kargaşa istemiyorum. Biraz daha minimal, mütevazı ve seyircilere daha yakın... Orada rahat etmek istiyorum. Bakma, rahat gibi gözüküyorum, ama bir o kadar denetliyorum kendimi. Şimdi düşünüyorum da, bu yaz konserlerinde bunların hiçbiri umrumda olmayacak gibi. Sahnede olduğum gibi olmak istiyorum.
Arkadaşların arasında nasılsın, neler konuşursun? Hep böyle dikkatli ve özenli misin?
O kadar değil .Sadece konuşurken söyleyeceklerimi düşünürüm. Zaten konuşurken çok derinlere dalıyorum. İnsan ilişkileri ve hayat üstüne konuşmayı seviyorum. ”Ne amacımız var ki bu hayatta” tarzı konuşmalara sinirleniyorum. Ya da “Ben tanıyorum kendimi daha ne tanıyacağım?” diyenlere. Biraz yorucu olabilirim bazen. Ama genel olarak şekerimdir yani... (Gülüyor) Galiba hayatı biraz fazla ciddiye alıyorum! Son zamanlarda almamayı öğreniyorum.
Çok arkadaşın var mı? Yoksa az ve öz mü?
Çok yok, hatta bazen efkârlanmama sebep olan konudur bu. Keşke çocukluğumdan beri, mesela ilkokuldan bu yana bir arkadaşım olsaydı. Almanya’dan sonra geldiğim için hep arkadaşlıklarım parça parça gelişti. Çok insanlar var, ama yine de en iyi arkadaşım “kendim”
Kendi kendine konuşur musun?
Evet, özellikle New York’ta... Sokakta yürürken kendi kendime konuştuğum, güldüğüm olur. Bir keresinde yine böyle konuşurken bir Türke rastladım. Herhalde içinden “Aaa Tarkan kendi kendine konuşuyor, delirdi mi?” demiştir.
“Sorma Kalbim” adlı şarkında,bir bakıma “Karma”nın devamı bir felsefi bir alt metin sözkonusu...
Aslında çocukluğumdan beri farklı düşünen, hisseden biriydim. Sabah kimse uyanmadan kalkar, gezip tozarım. Böcekleri, çiçekleri ve hayvanları keşfe çıkardım. Sonra insan ilişkilerini... Büyüdükçe bunları açıklayan felsefeleri öğrendim, hâlâ da öğreniyorum. Karma ya da başka şeyler. Sonuçta bir oyun oynadığımızı görüyorum. Bence ikibinli yıllar, özümüze dönüş çağı. İnsanın kendini gerçekten bulmaya çalıştığı, hayatı sorguladığı bir dönem başladı.
Kendini ne kadar tanıyorsun? Yüzde 100 mü yoksa keşfetmediğin bazı şeyler hâlâ var mı?
Kimse yüzde 100 kendini tanıyamaz, son nefesimize kadar bu şansımız olmayacak belki de. Düşünsene, kendini hiç tanımadan yaşayıp ölenler var. Psikolojiyle yakından ilgilendiğim için bu konular üzerine epey düşünüyorum. Benim hayatım da son birkaç yıldır hep yüzleşmekle geçiyor; düne ait ne varsa... Onlarla bir barışıyor, bir didişiyorum.
“Hayırlı bir ölümüm olsun”
Sürekli hesaplaşmak çok yıpratıcı ve yorucu değil mi?
Zor, kimi zaman yıkılıyorsun, öfkeleniyorsun. Sorumlu, suçlu arıyorsun. Ama hiçbiri yok. Bir söz var, ” Hepimiz buraya insan adayı olarak geldik” diye. Zor, kendini anlamak. Ayrıca egolarını yeneceksin, her şeye sevgiyle bakacaksın, kimsenin kalbini kırmayacaksın, beklentin olmayacak, hiçbir seyi kişisel algılamayacaksın...
Bu mükemmeliyetçi, insan hata yaparsa insan değil mi? Hele herkese iyi davranmak... Senin konumundaki bir insan için çıldırtıcı bir durum...
(Gülüyor) Yok, çıldırmıyorum! Bazen kendime küsüyorum. “Şöhretin bedeli çok ağır, değer mi?” diyorum. Camdan bakıyorum, insanlar geziyor, tozuyor. ”Kahretsin” diyorum. Bazen onlara imreniyorum. Sonra müziğin ve dinleyicilerimin bendeki yerinin çok özel olduğunu anlıyorum. Yine de kimi zaman her şeyi bırakıp kaçmak aklımdan geçmiyor değil. Bir çiftlik kurayım, orada yaşayayım. I-ıh, onu da yapamıyorum.
Peki nasıl ölüm diliyorsun kendine?
O nasıl soru ya? (Gülüyor) Hayırlı bir ölüm! Aslında son zamanlarda kafamı kurcalayan konulardan biri de ölüm. Belki de bilinçaltım, ”Uzun İnce Bir Yoldayım” türküsünü de bu yüzden seçti. Neticede ölüm, eninde sonunda kaçınılmaz. Huzurumuzu kaçırmaya gerek yok.
Depresyona girdiğin oldu mu?
Tabii ki, mesela bu albümü hazırlarken ne buhranlar, ne karanlıklar hissettim. Hatta albümün teşekkür yazısında bunu da yazmıştım, ama sonra çıkardım. Yanlış anlaşılmasından, duygu sömürmek için değil, paylaşmak için anlatıyorum bunu. Kendime karşı çok acımasızım. Başarılarımın bile tadını çıkaramıyorum.
Dışarıdan söylenenlere çok taktığın için olabilir mi?
Yok, tamamiyle kendi içimdeki suç, ceza, işkence programlarıyla ilgili. Bir çocuğa hep huzursuz öğretilirse, ki birçoğumuz öyleyiz, sonrasında da böyle olur tabii! Bize hep korkuyla yaşamayı öğrettiler.
Tüm bunlardan sıyrılabilecek noktadasın...
Olur mu, bu kez daha çok sorumluluk yükleniyor üstüne. Ne kadar yükselirsen, düşüşün o kadar yüksekten olabilir. Orada durabilmek önemli. Aslında pozitif biriyim, insanları kırmamaya çalışırım. Mütevazı biriyim. Egolarıma yenik düştüğümü de zannetmiyorum .Ama yetinmiyorum. Son zamanlarda bu konuda kendimi anlamaya çalışıyorum. Kendim için yaşamam gerektiğimi farkediyorum. Geçen aylarda üç-dört saat uykularla idare ettim. Bunları niye mi paylaşıyorum? Çünkü artık zamanıdır. Biraz iç dünyamı da bilsinler.
“Ünlü olmasam yine bedelli beklerdim”
Şöyle bir yanın var; ne olursa olsun kendini geri çekme, kem gözlerden sakınma, hiç konuşmama... Başına gelen her olaydan sonra bu tavırı takındın...
İçimdeki ses hep “Sus, boşver! Sadece şarkını söyle, işini iyi yapmaya çalış, başkalarının söylediğine takılma” dedi. Gözükarayım. Gerekirse meydan okurum hayata, herkese. Çocukluğumdan beri bu böyleydi. Gerektiğinde evi terkettim. Buna benzer tutumlarım kariyerim sürecinde oldu.
Mesala askerlik meselesinde Türkiye’ye gelmeyerek gayet cesur davrandın...
Evet öyle olmak lazım...
Peki ünlü olmasaydın ve yine askerlik problemin olsaydı... Gider miydin askere?
Beklerdim, 18 ay gitmezdim askere! Çünkü inanmıyorum savaşa, inanmıyorum! Silah zoruyla başarılara, zaferlere inanmıyorum. Kimse öldürmesin, insanlar barış ve huzur içinde yaşasın, tek temennim bu.
Neler hissetin savaş sırasında?
Her şey bir oyun, herkes işine geleni alıyor, veriyor. Tüm bu süreçte gerçeklerle yüzyüze kaldım. Bir keresinde atlası önüme alıp “Nerede yaşayabilirim” diye düşündüğümü anımsıyorum.
Müzik piyasasına girmenle birlikte ne kadar sana benzeyen yeşil gözlü varsa albüm yaptı. Hoş mu bu durum nahoş mu?
Taklit etmek değil, örnek almak güzel. Zamanında söyledim işte, ”Başkası olma kendin ol” diye...
Her kesimden insanın, ne olursa olsun seni pamuklara sarıp sarmalama durumu var. Pek kıyamıyorlar gibi... ”Beni bu kadar sevmeyin” diyor musun zaman zaman?
(Gülüyor) Yok, demiyorum ama bunun limiti benim elimde. Bence onlar da biliyor bir limitin olduğunu. Çünkü askerlik, çiş ya da fotoğraf meselesinde, yani tüm bu olanlarda olanlara da meydan okudum. Sizinim ama, sınırınızı da aşmayın, benim de bir özel hayatım var diyebilirdim. Belki o yüzden daha çok sevdiler. O sınırı koymayanlar çok yüz göz oluyorlar. Benim de insan olduğum ve hata yapabileceğim unutulmasın yeter...
31 yaşındasın, ilerleyen yaşların için bir kehanette bulunsan?
Daha iyi ve mutlu olacağım, inşallah. Dünyayı gezeceğim. Çocuk da istiyorum. Ayrıca şöhretin dışında kendime bir hayat kurmuş olacağım.
“Farklı bir erkek çocuğuydum”
Tavrın, edaların, kısacası klasik erkek kalıbına girmemenden dolayı sana çok takıldılar. Sanırım çocukluğunda da böyle şeyler yaşamışsın...
Bunu hep yaşadım. Çünkü kendini farklı ifade eden bir erkek çocuğuydum. Bir kere, bizde göbek atmak bile, bildik erkek kalıbının dışındadır. Erkek dedikleri, bıyığını burar, şöyle oynar (Kollarını iki yana açıyor), ama bilmezsin ki aslında içinde kırılgan, hassas bir çocuk vardır! Ben çocukluğumdan beri nasıl hissediyorsam kendimi öyle ifade ettim.
Artık sokakta bir dolu Tarkan kopyası delikanlı görebiliyoruz. Türk erkeği de değişiyor olabilir mi?
10 senelik kariyerimde ilk günden bugüne baktığımda değişen bir erkek tipi görüyorum. Sanırım daha farklı giyinen, kendini daha iyi ifade eden, daha ince davranan bir erkek tipi var. Ama kadın da değişiyor. Onlar da hakkını yedirmiyor. Daha güçlüler.
“Bilge en çok parmaklarımla ayaklarımı seviyor”
Sevgilin Bilge Öztürk’ün en çok nesini seviyorsun?”
Kalbini. Bir de ilk kez bir ilişkide, karşımdakini tanımayı seviyorum. Geçmiş ilişkilerimde yaşanılan belki de ihtiyaçmış, yalnız olmamakmış. Bilge’de tersini hissediyorum. Hayatı hep sorgulayan, arayan biri. Beni ben olduğum için seviyor. Önemli bir farklılık da, önceden müziğimi dinleyen biri olmaması.
Buna üzüldünmü?
Yok, hayır. Bilge rock seviyor. “Kuzu Kuzu” öncesi şarkılarımı bilmiyordu. Bir keresinde evde “İkimiz Yerine”yi mırıldanıyorum. Bana dönüp şöyle dedi “Güzel şarkıymış; kim söylüyor?”. “Pes” dedim; ayıp yani, sevgilinim bir de... Sonra ona tüm albümlerimi yolladım (Gülüyor). Bu olay bende daha çok saygı uyandırdı. Objektif bir bakış açısı var. Kendimi onun hayat arkadaşı gibi hissediyorum. Ayrıca bu ilişkide çok özgürüm, normalde ilişkinin yürümesi için çok taviz verirsin ya... Bir de tanıdığım birçok kadından farklı. Oyunu, kıskançlığı, entrikası yok.
En çok nerene bayılıyor?
Bakışlarım. Ellerimi ve ayaklarımı da çok şeker buluyor. Ama tırnaklarımı yediğim için çok kızıyor bana!
Evlenme lafları dolanıyor ortalıkta...
Evlenmeyi düşünmüyoruz. Basmakalıp kurallarla kendimizi sınırlandırmıyoruz